BİZİM OLANI KAYBETMEK - Eylül 2008

   Hayatımızda hepimiz bir şeyler kaybettiğimizde çok üzülürüz. Acı çekeriz. Bu üzüntümüzü gidermek içinde mutlaka harekete geçip bir şeyler yaparız. Bu etkiye karşı, düşünen bir varlık olarak davranışımızla mutlaka bir tepki koyarız. Çocukluğumuzda bize ait anne ve babamız tarafından alınmış bir kol saati veya başka bir şey kaybettiğimizde veya havuza gidip de orada unuttuğumuzda elbette ki üzülürüz. Bu üzüntü düşündükçe, anne ve babamıza ne söyleyeceğimizi bulmaya çalışırken daha da büyür.

   Aynı şekilde bir yakınımızı kaybettiğimizde en azından dua ederek yine de bir şeyler yaparız. Maddi ve Manevi kayıplarımızın karşısında ama mutlaka kendi düşünce ve anlayışımız doğrultusunda bir tepki veririz. Bu tepkiler duygusallık ve mantık çerçevesinde verilir. Hangisi daha ağır bassa dahi mutlaka bir anlam ifade eder. Bireysel bakımdan bu böyledir. Peki, Toplumsal ve Devlet yönetimi bakımından durum nedir?

   Bir kişinin maddi ve manevi kayıplara karşı kendi mantık ve düşüncesi doğrultusunda koyduğu tepki bizi pek ilgilendirmeyebilir. Ancak, toplumu ve toplumu örgütlenmiş şekliyle Devleti bireyler oluşturur.

   Nitekim, toplumu etkilemek için, bireylerin oluşturduğu Devleti yönlendirmek için iç ve dış dinamikler çalışmalarını bireye yönelik yaparlar. Küreselleşen dünya anlayışında bireyin içinde barındırdığı iki önemli maddi değer vardır.

   Bu iki değere maden gözüyle bakılır. Bunlar bir bireyin cebindeki parası ve iki bireyin seçimlerde kullandığı oydur. Elbette ki, bireyin sahip olduğu bu iki maddi değeri elde edebilmek için, öncelikle bireyin manevi değeri olan düşüncesini fethetmek lazım.

   Bireyin düşüncesini ele geçirilmesi halinde bütün maneviyatı da ele geçirilmiş olur. Düşüncenin ele geçirilmesi ne ifade eder? Başkalarına ait düşüncelerinin şekillendirilmesi, yönlendirilmesi ve hayatın tüm alanlarıyla ilgili kişi anlayışına hükmedilmesi halinde özgür bir düşünceden söz edemeyeceğimiz açıktır. Bireysel karakterin oluşması süreci ciddi bir eğitim aşamasından geçmemesi halinde bireysel karaktersizlikle karşılaşırız.

   İşte bu bireysel karaktersizlik, davranışlarda karşımıza sözünü tutmayan, asla ilkesi olmayan, hayat felsefesinden yoksun ve asla güven duyulmayan bir birey tablosu bize sunar. Maddiyata esir olmuş bir insanlık faciasıyla karşı karşıya kalırız. Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki insanoğlu beyin kapasitesinin sadece % 10 kullanabilmektedir.

   Bu beyin kullanım kapasitesinin yükselmesi hayallerle ne yazık ki gerçekleşmemektedir. Aile ve Okul eğitimi, devamında da arkadaşlar, çevre, medya ve sivil toplum kuruluşlarında ki ilişkilerimizle elde ettiğimiz eğitimle bireysel karakter şekillenir.

   Esas toplumsal anahtar buradadır. Eğitilmiş güçlü bir karaktere sahip kişiler yetiştirebilen devletler, güçlü bir topluma da sahip olurlar. Güçlü toplum ise güçlü bir Devlet demektir.

   Güçlü bir toplumun ise düşüncelerini hiç kimse fethedemez. Bu gün Türkiye’de ve dünyada bir çok devlet de bireysel olarak güçlü karaktere sahip kişileri yetiştirecek sistemi devamlı çalışacak şekle sokamamasının sıkıntısını çekerler.

   Bu sıkıntılar sonucunda tedbirler alınmadığında uzun vadede düşünceden yoksun bir toplum ve sadece bireyin oyu ve parası peşinde olan bir yönetenle karşı karşıya oluruz. Sadece bireyin parası ve oyu peşinde olan yönetenler ise yarın uluslararası arenada, terör olaylarında, ekonomik buhranlarında, savaş esnasında, doğal felaketlerde bireye ve topluma ihtiyaç duyduklarında bu ihtiyaca cevap verebilecek güçlü karaktere sahip eğitilmiş birey olmadığından hayati ve asla telafisi olmayan bir başarısızlık meydana gelecektir.

   Bu nedenle bizim olanı asla kaybetmemeliyiz. Bizim olanı kaybetmeye düşüncelerimizde başlarız. Bu nedenle düşüncemizin şekillenmesi, yönlendirilmesine yönelik yapılan saldırılara düşüncelerimizle karşılık vermeyi, savaşmayı öğrenmeliyiz. Hayatta galibiyeti de, mağlubiyeti de tayin eden bizim düşüncemizdir.

   Onun için, bizim olan köklü düşüncelerimizin akıbeti bizim geleceğimizi tayin edecektir. Bu durum birey için geçerli, milletler için geçerli ve hiç şüphesiz devletler için de geçerli olan bir husustur.

   Güçlü devletleri güçlü milletler yaratır. Daha da güçlü devlete sahip olmak istiyorsak bizim olan insanlarımıza sahip çıkmalıyız. Ciddi bir duruş sergilemeliyiz. Özellikle Osmanlı İmparatorluğun yıkılmasıyla toprakları kaybettik.

   Ancak, küreselleşme ve son 20 yıllık demokratikleşme sürecinde Balkanlarda, Kafkaslarda ve Ortadoğu’da bizden olan insanları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. İnsanların sadece parasını ve oyunu almaya yönelik egemen dünya anlayışı bu insanları bizden uzaklaştırmaktadır.

   Tedbirler alınmadığı takdirde bizim olan ve bizden olanı kaybedeceğiz. Bu kayıplar bize telafisi imkânsız acılar verecektir. Millet olarak yöneteniyle ve yönetileniyle bu olumsuz ve başarısız sonuçtan sorumluyuz ve hepimiz bir vesileyle bunun hesabını vermek zorunda kalacağız.

   Bizim olanı kaybetme acısını yaşamak bizim yaptığımız bir tercihtir. Bu acıyı bize başkası değil, kendimiz veririz. Bu nedenle yarın geç olmadan, bugün bizim olanı kaybetmemek için, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Ortadoğuda yaşayan insanlarımıza sahip çıkalım, insanlık görevimizi hep birlikte yerine getirelim.